We use the Past Perfect when you are already talking about the past, and want to talk about an earlier past action.
(Mişli geçmiş zamanı, zaten o anda geçmiş hakkında konuşuyor ve daha önceki bir geçmiş eylem hakkında konuşmak istersek kullanırız.)
FORM (Şekil):
Subject + had + past participle
(Özne + had + geçmiş zaman sıfat-fiili)
Examples (Örnekler):
When I woke up the garden was all white. It had snowed in the night.
(Uyandığımda bahçe tümüyle beyaza bürünmüştü.Gece kar yağmıştı.)
I arrived at the restaurant 20 minutes late and my date had already gone.
(Lokantaya 20 dakika geç ulaştım ve o anda randevuya çıkacağım kişi çoktan gitmişti bile.)
Halfway through the film, I realised I had seen it before.
(Filmin yarısına doğru geldiğinde, o filmi daha önce seyretmiş olduğumu fark ettim.)
The Past Perfect expresses the idea that something occurred before another action in the past. It can also show that something happened before a specific time in the past.
(Mişli geçmiş zamanda, geçmişteki bir eylemin, geçmişteki başka bir eylemden önce gerçekleştiği ifade edilmeye çalışılır.Aynı zamanda geçmiştedeki belli bir zamandiliminden önce bir şeyin meydana geldiğini sergileyebilir.)
Examples (Örnekler):
I had never seen such a beautiful beach before I went to Kauai.
(Kauai’e gitmeden önce böylesine güzel bir plaj görmemiştim.)
I did not have any money because I had lost my wallet.
(Cüzdanımı kaybettiğimden dolayı yanımda herhangi bir para yoktu.)
Tony knew Istanbul so well because he had visited the city several times.
(Tony İstanbul’u daha önce birkaç defa ziyaret etmiş olduğundan dolayı, şehri bu kadar iyi biliyordu.)
Had Susan ever studied Thai before she moved to Thailand?
(Susan Tayland’a taşınmadan önce hiç Thai dilini öğrenmeye çalışmışmıydı?)
She only understood the movie because she had read the book.
(Kitabı okuduğundan dolayı filmin konusunu anlayabiliyordu.)
Kristine had never been to an opera before last night.
(Dün geceye kadar Kristine hiç operaya gitmemişti.)
We were not able to get a hotel room because we had not booked in advance.
(Önceden rezervasyon yapmadığımzdan dolayı boş bir otel odası bulamadık.)
A: Had you ever visited the U.S. before your trip in 2006?
(A: 2006’daki seyahatinizden önce hiç ABD’ye ziyarette bulundunuz mu acaba?)
B: Yes, I had been to the U.S. once before.
(B: Evet, ondan önce bir defa ABD’ye ziyarette bulundum.)
NB: The Past Perfect is the same for all persons! Be careful – “I’d can” be “I had” or “I would”.
(NOT: Mişli geçmiş zaman bütün şahıslar için aynıdır! Dikkatli olun – “I’d can” be “I had””yada “I would”)
We often use prefixes to make opposites of adjectives.Prefixes are small word parts that are added at the beginning of a word.
(Önekleri sıkca sıfatların karşıtlarını oluşturmak için kullanırız.Önekler bir kelimenin başına eklenen küçük kelime parçacıklarıdır. )
Examples (Örnekler):
unhappy (mutsuz)
incorrect (yanlış)
impatient (sabırsız)
dishonest (dürüst olmamak)
Some examples of prefixes and opposites of adjectives
(Önekler ve sıfatların karşıtlarına dair bazı örnekler):
un- : unemployed, unhelpful, unreliable, unselfish, unintelligent, unambitious, unfriendly, unattractive, unsure, unhealthy, unhappy
(işsiz, yardımcı olmayan, güvenilmez, bencil olmayan, zeki olmayan, hırslı olmayan, dostça olmayan, çekici olmayan, emin olmayan, sağlıksız, mutsuz)
in- : inconsiderate, incorrect (düşüncesiz, hatalı)
im- : impatient, immature, impolite, impossible (sabırsız, olgun olmayan, terbiyesiz, imkansız)
dis- : dishonest, disorganised (dürüst olmayan, düzensiz)
There are no set rules for using prefixes! But here are some helpful tips:
(Öneklerin (prefixes) kullanımı konusunda belirlenmiş kurallar mevcut değildir!Ancak aşağıda konu ile ilgili yararlı olabilecek bazı püf noktaları bulunmaktadır:)
Adjectives beginning with “c” usually take the prefix in-
(“c” ile başlayan sıfatlar genellikle in- öneğini alırlar
Example (Örnek):
incorrect
Adjectives beginning with “p” usually take the prefix im-
(“p” ile başlayan sıfatlar genellikle im- öneğini alırlar.)
Example (Örnek):
impatient
We can’t use prefixes with all adjectives
(Önekleri tüm sıfatlar ile beraber kullanamayız)
NOT “immoody” and NOT “unshy”
(immoody” KULLANILMAZ ve “unshy” KULLANILMAZ))
We can use “un-” to make opposites of some verbs
(“un” bazı fiilleri ters anlama getirmek için kullanırız)
Examples (Örnekler):
unpack (ambalajı açmak)
undo (sökmek)
undress (soyunmak)
unlock (kilidi açmak)
In English we use “So” + auxiliary + “I / Neither” + auxiliary + “I” to say that you have something in common with someone.
(İngilizcede “So” + yardımcı fiil + “I / Neither” + yardımcı fiil + “I” yapısını, bir kişiyle bir şeyinizin ortak olduğunu anlatmak istediğiniz zaman kullanırız.)
We use “So + auxiliary + I” with positive sentences
(“So + yardımcı fiil + I” yapısını, olumlu anlamlı cümlelerde kullanırız.)
Examples (Örnekler):
A: I love football
(A: Ben futbolu seviyorum.)
B: So do I.
(B: Ben de öyle.)
A: I went to university.
(A: Ben üniversiteye gittim.)
B: So did I.
(B: Ben de öyle )
We use “Neither + auxiliary + I” with negative sentences
(“Neither + yardımcı fiil + I” yapısını olumsuz anlamlı cümlelerde kullanırız.)
A: I’m not married
(A: Ben evli değilim.)
B: Neither am I.
(B: Ben de öyle.)
A: I don’t smoke.
(A: Ben sigara kullanmıyorum.)
B: Neither do I.
(B: Ben de öyle.)
The auxiliary you use depends on the tense.
(Kullanacağınız yardımcı fiil, zaman fiil kipine bağlıdır.)
Present Simple (Şimdiki Geniş Zaman);
I study English. —> So do I.
(Ben İngilizce öğreniyorum.—> Ben de öyle yapıyorum.)
Past Simple (Di’li Geçmiş Zaman):
I didn’t like the film. —> Neither did I.
(Filmi beğenmedim. —> Ben de öyle.)
Can (-E Bilmek):
I can play the piano. —> So can I.
(Ben piano çalabiliyorum. —> Ben de.)
Past Simple with be(“Be” ile beraber kullanılan Di’li Geçmiş Zaman):
I wasn’t very interested. —> Neither was I.
(Ben pek ilgili değildim.—> Ben de öyle.)
Present Perfect (Yakın Geçmiş Zaman):
I’ve been to Japan. —> So have I.
(Ben Japonya’ya gittim.—> Ben de öyle.)
Would:
I wouldn’t like to go bungee jumping. —> Neither would I.
(Bungee jumping yapmak istemezdim. —> Ben de istemezdim.)
We use Character Adjectives to describe someone’s personality. Adjectives can stand alone or collocate with nouns.
(Karakter sıfatlarını bir kişinin kişiliğini tarif etmek için kullanırız.Sıfatlar tek başına veya isimler ile yay yana kullanılabilir.)
Examples (Örnekler):
She is considerate.
(O anlayışlı)
She is a considerate person.
(O anlayışlı bir kişi)
Some examples of character adjectives
(Karakter sıfatlarına dair bazı örnekler):
shy – not confident
(çekingen – güvensiz)
bright – intelligent
(akıllı – zeki)
noisy – people who make a lot of noise
(sesli – çok gürültü yapan kişiler)
stubborn – people who won’t change plans or ideas
(inatçı – plan veya fikirlerini değiştirmeyecek olan kişiler)
helpful – people who like helping others
(yardımsever – başkalarına yardım etmeyi seven kişiler)
moody – often angry or unhappy
(karamsar – sık öfkelenen ve mutsuz olan)
patient – people who don’t get angry when they have to wait a long time for something
(sabırlı – bir şey için uzun süre beklemesi gerektiğinde sinirlenmeyen kişiler)
lazy – people who don’t want to work
(tembel – çalışmak istemeyen kişiler)
honest – people who always tell the truth
(dürüst – her zaman doğruyu söyleyen kişiler)
selfish – people who only think about themselves
(bencil – sadece kendini düşünen kişiler)
mature – people who behave like adults, not children
(olgun – yetişkinler gibi davranan kişiler, çocuk gibi değil)
polite – people who show respect for others and aren’t rude
(kibar – başkalarına saygı gösteren ve kaba olmayan kişiler)
aggressive – people who behave in an angry or violent way
(agresif – kızgın veya şiddetli şekilde davranan kişiler)
ambitious – people who want to be very successful or powerful
(hırslı – çok başarılı veya güçlü olmak isteyen kişiler)
organised – people who plan things well and don’t waste time
(düzenli – işlerini iyi planlayan ve zaman kaybetmeyen kişiler)
considerate – people who are very kind and helpful
(anlayışlı – çok kibar ve yardımsever olan kişiler)
easy-going – people who are very relaxed and don’t worry about things
(rahat – çok gevşek olan ve olaylara aldırmayan kişiler)
We use the “second conditional” to talk about situations or actions in the present or future, which are not likely to happen or are imaginary, hypothetical or impossible.
(İngilizce’de (“second conditional”) İkinci koşulluyu şimdiki zaman veya gelecekteki, olma ihtimali zayıf, hayali, varsayımsal veya imkansız durum veya eylemler hakkında konuşurken kullanırız.)
FORM (Şekil) :
If + subject + past simple, subject + would + infinitive
If + özne + di’li geçmiş zaman, özne + would + mastar)
NB: The contraction of “would” is “‘d” and the contraction of would not is “wouldn’t”.
(NOT: İngilizce’de ” would ” ın kısaltması ” ‘d ” ve ” would not ” un kısaltması ” wouldn’t” dır.)
Second conditional Examples (Örnek):
If I had enough money, I’d buy that jacket. (I haven’t got enough money)
(Yeterli param olsa, o ceketi alırdım.) (Yeterince param yok)
If I had some free time, I’d go with you. (I don’t have any free time)
(Boş vaktim olsaydı, seninle gelirdim.) (Boş vaktim yok)
The “if” phrase can come first or second.
(“If” sözcük öbeği ilk yada ikinci sırada gelebilir.)
Examples (Örnekler):
If I won the lottery, I’d travel around the world.
(Piyangoda kazansam, dünya seyahatine çıkardım.)
I’d travel around the world if I won the lottery.
(Dünya seyahatine çıkardım, piyangoda kazansam.)
NB: With the verb be you can use were instead of was after I/he/she/it.
(NOT: “Be” fiili ile “I/he/she/it” den sonra “was” yerine “were” kullanabilirsiniz.)
Examples (Örnekler):
If I were younger, I’d come with you.
(Daha genç olsaydım, senin ile gelmek isterdim.)
If she were rich, she’d move to the Caribbean.
(Zengin olsa, Karayiplere taşınmak isterdi.)
We often make questions in the second conditional with “What would you do …?”.
This phrase can come at the beginning or the end of the question.
(Second conditional larda sıklıkla “What would you do…?” şeklinde sorular sorarız.
Bu sözcük öbeği sorunun başında yada sonunda yer alabilir.)
Examples (Örnekler):
What would you do if someone gave you a million dollars?
(Biri size bir milyon dolar verse ne yapardınız?)
If someone asked you to jump off a cliff, what would you do?
(Eğer biri size bir uçurumdan atla dese, ne yapardınız?)
We can use other modal verbs in place of ‘would’.
(“Would” yerine başka yardımcı fiilleri de kullanabiliriz.)
Examples (Örnekler):
If I had more money, I could buy a car.
(Daha fazla param olsa, bir araba alabilirdim.)
If I won the lottery, I might give all the money to charity.
(Piyangoyu kazansam, belkide kazandığım tüm parayı hayır işleri için kullanabilirdim.)
Let’s compare the First Conditional with the Second Conditional.
(Birinci Koşulluyu İkinci Koşullu ile karşılaştıralım.)
First conditional: If she studies hard, she’ll pass the exam.
(First Conditional: O eğer sıkı çalışırsa, sınavı geçecektir.)
– She’s a good student and I think she might pass the exam = possible situation
(- O iyi bir öğrenci ve onun sınavı geçebileceğini düşünüyorum = olası bir durum)
Second conditional: If she studied hard, she’d pass the exam.
(Second conditional: O eğer sıkı çalışırsa, sınavı geçebilir.)
– She’s not a good student and she never studies, so I don’t think she will pass the exam = imaginary situation
(- O iyi bir öğrenci değil ve hiç çalışmaz, bundan dolayı onun sınavı geçeceğini sanmıyorum = hayali bir durum)
Gerunds and infinitives are forms of verbs that act like nouns. They can follow adjectives and other verbs. Gerunds can also follow prepositions.
(Ulaçlar ve Mastarlar isimler yerine geçen fiil şekilleridir. Sıfat ve başka fiillerden sonra gelebilirler.Ulaçlar ayrıca edatları da takip edebilirler.)
A gerund (often known as an -ing word) is a noun formed from a verb by adding “-ing”. Not all words formed with “-ing” are gerunds.
(Bir ulaç (sıkca -ing kelimesi olarak tanınır) “–ing” eklenerek bir fiil tarafından şekillendirilmiş olan bir isimdir.Her “–ing” ile şekillendirilmiş olan bir kelimeler, ulaçlar değildir.)
An infinitive is “to + the verb”.
(Bir mastar “ to + fiil” den meydana gelir.)
When a verb follows a verb it either takes the gerund or infinitive form.
(Bir fiil bir fiili takip ettiği zaman ya ulaç yada mastar şeklini alır.)
Examples (Örnekler):
With the verb “start”;
“It started to rain.” or “It started raining.” Both sentences have the same meaning.
(“Start” fiili ile: ”It started to rain” yada “It started raining” İki cümleninde anlamı aynıdır.)
Sometimes the use of the gerund or infinitive changes the meaning of the sentence.
(Bazen ulaç yada mastarın kullanımı cümlenin anlamını değiştirir.)
Examples (Örnekler):
With the verb “remember”;
“I remembered to do my homework”. or “I remembered doing my homework.”
In the first sentence (I remembered to do my homework), the person speaking remembered they had some homework first and then carried out the action and did it. In the second sentence (I remembered doing my homework.), the person speaking carried out the action (their homework) first and then remembered doing it.
(“Remember” fiili ile: “I remembered to do my homework” yada “I remembered doing my homework”
İlk cümlede (I remembered to do my homework), konuşan kişi önce bir ev ödevlerinin olduğunu hatırladı ve sonrada eylemi uyguladı ve onu yaptı.İkinci cümlede (I remembered doing my homework), konuşan kişi önce eylemi (ev ödevlerini) uyguladı ve sonra onu yaptığını hatırladı.)
Other verbs only take one or the other, unfortunately there is no rule as to which form the verb takes. The same is true when the verb follows an adjective.
(Başka fiiller sadece birini yada ötekini alırlar, ne yazık ki fiilin alacağı şekil konusunda bir kural yoktur.Aynı şey bir fiil bir sıfatı takip ettiği zamanda geçerlidir.)
The best way to learn their correct use is with practice!
(Doğru kullanımlarını öğrenmenin en kolay yolu pratik yapmaktan geçer!)
Gerunds after Prepositions(Ulaçlar Edatlardan sonra)
When a verb is used after a preposition the verb takes the “-ing” form.
(Bir fiil bir edatdan sonra kullanılırsa eğer, fiil “–ing” şeklini alır.)
Examples (Örnekler):
You can’t make an omelette without breaking eggs.
(Yumurtaları kırmadan bir omlet yapamazsın)
We use reported speech to tell someone what another person said.
(Dolaylı anlatımı başka bir kişiye başka bir kişinin söylediğini anlatmak için kullanırız.)
Examples (Örnekler):
Jim says to you…
(Jim sana diyor…)
“I don’t feel well.”
(“Kendimi iyi hissetmiyorum.”)
“I can’t drive.”
(“Araba kullanmasını bilmiyorum.”)
“My parents have gone on holiday.”
(“Ebeveynlerim tatile gittiler.” )
“I’m going out now so you will have to wait until I get back.”
(“Ben şimdi dışarı çıkıyorım, bundan dolayı gelmeme kadar beklemen gerekecek.”)
You tell your friend what Jim said…
(Siz arkadaşınıza Jim’in söylediklerini anlatıyorsunuz…)
Jim said (that) he didn’t feel well.
(Jim kendisinin iyi hissetmediğini söyledi.)
He said (that) he couldn’t drive.
(Kendisinin araba kullanmasını bilmediğini söyledi.)
He said (that) his parents had gone on holiday.
(Ebevenlerinin tatile gittiklerini söyledi.)
He said (that) he was going out now so I would have to wait until he got back.
(O şimdi dışarı çıkacağını ve bundan dolayı onun gelmesine kadar beklemem gerektiğini söyledi.)
In reported speech, we usually report what was said at a different time, and so we change the tense to reflect the time which we are reporting.
(Dolaylı anlatımda, genelde başka bir zamanda söylenen şeyleri anlatırız, böylece anlattığımız olayın geçtiği zamanı yansıtan fiil zaman kipini değiştiririz.)
DIRECT SPEECH: “I’m not playing football.”
(DOLAYSIZ ANLATIM: “Ben futbol oynamıyorum.”)
REPORTED LATER: He said that he wasn’t playing football.
(SONRADAN ANLATIM: O futbol oynamış olmadığını söyledi.)
Look at the change in tense from direct speech to reported speech in these examples:
(Aşağıda verilen örneklerde dolaysız anlatımdan dolaylı anlatıma geçişteki fiil zaman kipindeki değişikliğe bakın.)
Present Simple —> Past Simple (Geniş Zaman —> Di’li Geçmiş Zaman)
“I want to work abroad.” —> He said he wanted to work abroad.
(“Ben yurt dışında çalışmak istiyorum.” —> O yurt dışında çalışmak istediğini söyledi.)
Present Continuous —> Past Continuous(Şimdiki Zaman —> Sürekli Geçmiş Zaman)
“I’m teaching English in Istanbul.” —> She said she was teaching English in Istanbul.
(“Ben İstanbul’da İngilizce öğretiyorum” —> O İstanbul’da İngilizce öğrettiğini söyledi.)
Past Simple —> Past Perfect(Di’li Geçmiş Zaman —> Miş’li Geçmiş Zaman)
“I met a girl.” —> He said that he had met a girl.
(“Ben bir kız ile tanıştım.” —> O bir kız ile tanışmış olduğunu söyledi.)
Present Perfect —> Past Perfect (Yakın Geçmiş Zaman —> Miş’li Geçmiş Zaman)
“I’ve been to Australia.” —> She said she had been to Australia.
(“Ben Avustralya’ya gittim.” —> O Avustralya’ya gitmiş olduğunu söyledi.)
Will —> Would (Olmak —> Olabilir)
“I’ll be back in May.” —> She said she would be back in May.
(“Ben Mayısta geri döneceğim.” —> O Mayısta geri dönmüş olabileceğini söyledi.)
Can —> Could (Etmek —> Edebilmek)
“I can help you.” —> He said that he could help me.
(“Ben sana yardım edebilirim.” —> O bana yardım edebileceğini söyledi.)
Be going to —> Was/Were going to (Gitmek üzereyim —> O/Onlar gidiyordu)
“I’m going to start a business.” —> He told me he was going to start a business.
(“Ben bir iş kuracağım.” —> O bana bir iş kuracağını söyledi.)
We use “said” or “told” in reported speech but they are used differently.
(Dolaylı anlatımda “said” yada “told” kullanırız.Ancak onlar farklı kullanılır.)
-You can’t use “said” with an object or pronoun.
(-“Said” bir tümleç veya bir adıl ile kullanamazsınız.)
Example (Örnek):
He said that he loved her. –> NOT He said her that he loved her.
(O, onu sevdiğini söyledi.Ama “o ona onu sevdiğini söyledi” şekli KULLANILMAZ.)
– You must use “told” with an object.
(- “told” kelimesini bir tümleç ile beraber kullanmalısınız.)
Example (Örnek):
He told her that he loved her. NOT He told that he loved her.
(O onu sevdiğini söyledi ona. Ama “onu sevdiğini söyledi” şekli KULLANILMAZ.)
NB: “that” is optional after “say” and “tell”
(NOT: “That” “say” ve “tell”’den sonra opsiyoneldir.)
Sometimes we need to change the pronoun.
(Bazı durumlarda adıl’ı değiştirmemiz gerekiyor.)
DIRECT SPEECH: Jim: “I don’t like living here.” (Jim is referring to himself)
(DOLAYSIZ ANLATIM: Jim: “Ben burada yaşamayı sevmiyorum.” (Jim kendisine atıfta bulunuyor))
REPORTED SPEECH: Jim said (that) he didn’t like living here. (the pronoun he refers toJim)
(DOLAYLI ANLATIM: Jim burada yaşamayı sevmediğini söyledi. ( “He” adılı Jim’e atıfta bulunuyor.))
We may also need to change other words about place and time.
(Aynı zamanda yer ve zaman hakkındaki başka kelimeleride değiştirmemiz gerekebilir.)
DIRECT SPEECH: “I like this car.”
(DOLAYSIZ ANLATIM: “Bu arabayı beğeniyorum.”)
REPORTED SPEECH: He said (that) he liked the car.
(DOLAYLI ANLATIM: O bu arabayı beğendiğini söyledi.)
DIRECT SPEECH: “I went to Tokyo last week.”
(DOLAYSIZ ANLATIM: “Ben geçen hafta Tokyo’ya gittim.”)
REPORTED SPEECH: She said (that) she’d been to Tokyo the week before.
(DOLAYLI ANLATIM: O geçen hafta Tokyo’da bulunduğunu söyledi.)
If we report something which is still true, it is not necessary to change the verb.
(Halen geçerli olan bir şeyi aktarıyorsak, o zaman fiili değiştirmeye gerek yoktur.)
DIRECT SPEECH: “My car is bigger than yours.”
(DOLAYSIZ ANLATIM: “Benim arabam seninkinden daha büyük.”)
REPORTED SPEECH: He said his car is / was bigger than mine.
(DOLAYLI ANLATIM: O bana onun arabasının şu anda / bir zamanlar benimkinden daha büyük olduğunu söyledi.)
When we are reporting past tenses, and we see the events from the same viewpoint as the original speaker, it is not necessary to change the tense.
(Geçmiş zamandan bahsediyorsak eğer, ve olayları orijinal anlatıcının bakış açısından görüyorsak, bu durumda fiil zaman kipini değiştirmeye gerek yoktur.)
DIRECT SPEECH: “The earthquake happened at half past seven.”
(DOLAYSIZ ANLATIM: “Deprem yedibuçukta meydana geldi.”)
REPORTED SPEECH: The radio said that the earthquake happened at half past seven.
(DOLAYLI ANLATIM: Radyoda depremin yedibuçukta meydana geldiği söylendi.)
Modal verbs “could”, “might”, “would”, “should”, “ought”, “had better” usually do not change in reported speech.
(“Could”, “might”, “would”, “should”, “ought”, “had better” yardımcı fiilleri, dolaylı anlatımda genellikle değişmiyorlar.)
DIRECT SPEECH: “I should go to the dentist.”
(DOLAYSIZ ANLATIM: “Ben diş hekimine gitmem gerekiyor.”)
REPORTED SPEECH: He said that he should go to the dentist.
(DOLAYLI ANLATIM: O diş hekimine gitmesi gerektiğini söyledi.)
When we are reporting questions, the subject comes before the verb. We don’t use “do/did”.
(Dolaylı anlatımda sorular sorduğumuzda, özne fiilden önce gelir.“Do/did” kullanmayız.)
DIRECT SPEECH: “Where are you going?”
(DOLAYSIZ ANLATIM: “Nereye gidiyorsun?”)
REPORTED SPEECH: He asked me where I was going.
(DOLAYLI ANLATIM: O bana nereye gittiğimi sordu.)
DIRECT SPEECH: “Why is he shouting?”
(DOLAYSIZ ANLATIM: “O neden bağırıyor?”)
REPORTED SPEECH: He asked me why he was shouting.
(DOLAYLI ANLATIM: O bana onun neden bağırdığını sordu.)
DIRECT SPEECH: “What do you want?”
(DOLAYSIZ ANLATIM: “Sen ne istiyorsun?”)
REPORTED SPEECH: She asked me what he wanted. NOT She asked me what did he want.
(DOLAYSIZ ANLATIM: O bana onun ne istediğini sordu.”O bana ne istedi o diye sordu” şeklinde KULLANILMAZ)
If the question begins with “do”,”can”, etc. add “if”.
Examples (Örnekler):
“Do you like the music?” —> He asked her if she liked the music.
“Can you swim?” —> She asked him if he could swim.
“Are you a student?” —> He asked her if she was a student.
“Have you seen the film?” —> She asked him if he had seen the film
It is a good idea to learn the prepositions that go with particular verbs as you learn them.
(Öğrendikçe belli fiiller ile uyumlu olan edatları öğrenmek iyi bir fikirdir.)
Examples (Örnekler):
dream about – What did you dream about last night?
(rüya görmek – Dün gece ne hakkında rüya gördün?)
listen to – What radio station do you usually listen to?
(dinlemek – Genelde hangi radyo istasyonunu dinlersin?)
talk about – What do you talk about with your friends?
(hakkında konuşmak – Arkadaşların ile ne hakkında konuşursun?)
wait for – I’m waiting for a bus.
(beklemek – Otobüsü bekliyorum)
agree with – Do you agree with me?
(hemfikir olmak -Benimle hemfikir misin?)
write to – I am writing to my mother.
(birisine yazmak – Anneme yazıyorum)
think of – What do you think of this book?
(hakkında düşünmek – Bu kitap hakkında ne düşünüyorsun?)
think about – I’m thinking about travelling next year.
(tasarlamak – Gelecek sene seyahata çıkmayı tasarlıyorum)
argue with – I often argue with my father.
(birisiyle tartışmak – Babam’la sıkça ile tartışırım)
speak to – I spoke to my boss this morning.
(birisiyle konuşmak – Bu sabah patronum ile konuştum)
travel to/by – I travel to Australia by plane.
(bir yere/bir şey ile seyahat etmek – Avustralya’ya uçak ile seyahat ediyorum)
go on – She’s going on a tour of Istanbul.
(gitmek – O bir İstanbul turuna gidecek)
return to – He returned to the UK last month.
(bir yere geri dönmek – Geçen ay Birleşik Krallığa geri döndü)
pay for – He paid for the car in cash.
(bir şey için ödemek – Araba kazası için nakit ödedi)
look for – I’m looking for a job.
(aramak – Bir iş arıyorum)
sell to/for – We sold our house to an English family for $600 000.
(birine stamak/şu kadara – Biz eski evimizi $600 000’a bir İngiliz aileye sattık)
look out of – If you look out of the window you can see my new car.
(bir yerden dışarı bakmak – Pencereden dışarı bakarsan, yeni arabamı görebilirsin)
spend on – They spend $200 on transport every month.
(bir şeye harcama yapmak –Her ay nakliye için $200 harcıyorlar)
fly to – He is going to fly to Paris tomorrow.
(bir yere uçmak – Yarın Paris’e uçacak)
We use relative clauses to say which person/place/thing we are talking about.
(Tanımlayan ilgi tümceciklerini hangi kişi/yer/şey hakkında konuştuğumuzu belirtmek için kullanırız.)
To introduce relative clauses we use:
(İlgi tümceciklerini ortaya çıkarmak için:)
– “who” or “that” for people
(- kişiler için “who” veya “that” kullanırız.)
Examples (Örnekler):
He’s the man who lives next door.
(O yanda yaşayan adam.)
She’s the woman that works in the cafe.
(O kafede çalışan kadın.)
– “which” or “that” for things
(-Nesneler için “which” yada “that” kullanırız.)
Examples (Örnekler):
A clock is a thing which tells the time.
(Bir saat zamanı gösteren bir şeydir.)
This is the letter that I was talking about.
(Bu hakkında bahsettiğim mektup.)
-” where” for places
(- Yerler için “where” kullanırız.)
Examples (Örnekler):
A post office is a place where you can buy stamps.
(Postane, pul alabileceğiniz bir yerdir.)
This is the restaurant where we had our first date.
(Burası ilk tanışma randevumuzun gerçekleştiği lokanta.)
NB: We don’t use “what” in relative clauses!
(NOT: “What” ilgi tümceciklerinde kullanılmaz!)
Examples (Örnekler):
These are the jeans that I want to buy. NOT These are the jeans what I want to buy.
(Bunlar satın almak istediğim kot pantalonlar. “These are the jeans what I want to buy” şekli KULLANILMAZ.))
In English it is useful to learn some common phrases for “agreeing, disagreeing and asking for opinions”.
(İngilizcede “agreeing, disagreeing ve asking for opinions” için kullanılan yaygın cümle dizilimlerini öğrenmek faydalıdır. )
Agreeing (Hemfikir Olmak)
Examples (Örnekler):
Yes, maybe you’re right.
(Evet, belki haklısındır.)
Yes, definitely
(Evet, kesinlikle.)
I agree.
(Katılıyorum.)
Yes, I think so.
(Evet, öyle düşünüyorum.)
Disagreeing (Hemfikir Olmamak)
Examples (Örnekler):
I’m sorry, I don’t agree.
(Kusura bakmayın, bu konuda katılmıyorum.)
I’m not sure about that. -Polite way of disagreeing-
(Bu konuda emin değilim. -Hemfikir olunmadığını söylemenin nazik yolu-)
No, definitely not.
(Hayır, kesinlikle öyle değil.)
No, I don’t think so.
(Hayır, öyle düşünmüyorum.)
Asking for Opinions (Görüş Sormak)
Examples (Örnekler):
What do you think?
(Ne düşünüyorsun?)
What about you?
(Sen ne diyorsun?)
Do you think…? (We can agree or disagree with this question with “Yes, I do” and “No, I don’t”.)
(Öyle düşünüyormusun…? (“Yes, I do” ve “No, I don’t” ile bu soruya karşılık ya hemfikir olduğumuzu yada olmadığımızı ifade ederiz) )
Do you agree (with that)?
((Bunun ile) hemfikir misin?)
Example conversation (Örnek konuşma):
A: Do you think teenagers should learn to cook at school?
(A: Sence ergenlere okulda yemek yapma öğretilmeli mi?)
B: Yes, definitely. Then they would be able to look after themselves. What do you think?
(B: Evet, kesinlikle.O zaman onlar kendi çarelerine bakmayı öğrenirler.Sen ne düşünüyorsun?)
A: I’m not sure about that. I think it would be a waste of school time.
(A: Bu konuda emin değilim.Bence bu okul zamanın israfı olur.)
B: I’m sorry, I don’t agree.
(B: Kusura bakma, buna katılmıyorum.)
We use “the Present Perfect” for giving news about things that happened in the past, but are connected to now. We don’t say the exact time they happened.
(“Yakın Geçmiş Zamanı”, geçmişte meydana gelmiş ancak şimdiki zaman ile bağlantılı olan olaylar hakkında haber vermek için kullanırız.Ne zaman meydana geldikleri konusunda kesin zamanı belirtmeyiz.)
Examples (Örnekler):
He’s had a car accident.
(O bir araba kazası geçirdi.)
Melissa’s just lost her job!
(Melissa çok kısa bir süre önce işini kaybetti!)
There’s been an earthquake in Haiti.
(Haiti’de bir deprem meydana geldi.)
We use “yet” in negative sentences and questions to ask if something that we expect to happen has happened or to say something hasn’t happened.”Yet” usually goes at the end of the sentence or clause.
(“Yet” kelimesini genellikle olumsuz cümlelerde ve olmasını beklediğimiz bir şeyin meydana geldiğini sormak için veya bir şeyin meydana gelmediğini belirtmek için kullanırız. “Yet” genellikle cümle veya yan cümlenin sonunda yer alır.)
Examples (Örnekler):
Haven’t you finished your homework yet?
(Ev ödevini hala bitirmedin mi?)
I haven’t been to the doctor yet.
(Henüz doktora gidemedim.)
Haven’t you paid the rent yet?
(Kirayı henüz ödemedin mi?)
We use “just” in positive sentences to say that something happened very recently.Just goes between the auxiliary and the past participle.
(“Just” kelimesini bir şeyin daha yeni meydana geldiğini belirtmek için olumlu cümlelerde kullanırız.“Just” yardımcı fiil ve geçmiş zaman sıfat-fiili arasında yer alır.)
Examples (Örnekler):
I’ve just finished the report.
(Raporu daha yeni bitirdim.)
I’ve just heard that Joey’s in hospital.
(Joey’in hastaneye yatırıldığını daha yeni duydum.)
He’s just started a new job.
(O çok kısa bir süre önce yeni bir işe başladı.)
We use “already” in positive sentences to say that something happened before now or earlier than expected. “Already” goes between the auxiliary and the past participle.
(“Already” kelimesini bir şeyin daha önceden veya beklenenden daha önce meydana geldiğini belirtmek için olumlu cümlelerde kullanırız.“Already” yardımcı fiil ve geçmiş zaman sıfat-fiili arasında yer alır.)
Examples (Örnekler):
He’s already had an operation.
(O daha önceden bir ameliyat geçirmişti.)
I’ve already had dinner.
(Ben zaten akşam yemeğini yemiştim.)
She’s already left for the airport.
(O çoktan hava alanına doğru yola çıktı.)
Conversations often begin in “the Present Perfect” with a general question and then change to “Past Simple” to ask for more details (such as “when”, “where”, “who with”, etc.).
Use the “Past Simple” to say exactly when something happened.
(Konuşmalar sıkça Yakın Geçmiş Zamanda genel bir soru ile başlar ve sonra daha fazla detay sormak için Di’li Geçmiş Zamana geçer (“when”, “where”, “who with”, vs. gibi)
(Di’li Geçmiş Zamanı bir şeyin tam olarak ne zaman meydana geldiğini belirtmek için kullanın.)
Examples (Örnekler):
A: Have you ever been to Mexico? (present perfect)
(A: Hiç Meksika’ya gittin mi? (yakın geçmiş zaman))
B: Yes, I have.
(B: Evet, gittim.)
A: When did you go there? (past simple)
(A: Ne zaman gittin oraya? (di’li geçmiş zaman))
B: I went in 2003.
(B: 2003 yılında gitmiştim.)
A: Have you ever been to a casino? (present perfect)
(A: Hiç bir kumarhanede bulundun mu? (yakın geçmiş zaman))
B: Yes, I have.
(B: Evet, bulundum.)
A: Did you win any money? (past simple)
(A: Orada para kazandın mı? (di’li geçmiş zaman))
B: Yes, I did, but I lost some, too!
(B: Evet, kazandım, ancak bir kısmını kaybettim de!)
A: How much money did you lose? (past simple)
( A: Ne kadar para kaybettin? (di’li geçmiş zaman))
B: £100.
(B: £100.)
We use “a” or “an”:
(“a” veya “an” kullanım şekilleri:)
– with jobs
(-mesleklerde)
Examples (Örnekler):
He is a designer.
(O bir desinatör.)
She is an architect.
(O bir mimar.)
-to talk about a person or a thing for the first time.
(- bir kişi veya bir şey hakkında ilk defa konuştuğumuz zaman.)
Examples (Örnekler):
They have a dog and two cats.
(Onların bir köpeği ve iki kedisi var.)
We use “the”:
(“The” kullanım şekilleri:)
– to talk about a person or a thing for the second, third, fourth, etc. time.
(-bir kişi veya şey hakkında ikinci, üçüncü, dördüncü, vs defa konuşulduğu zaman.)
Examples (Örnekler):
The dog’s name is Charlie.
(Bu köpeğin ismi Charlie.)
– when there is only one, or one in a particular place.
(-bir şeyin tek olduğu, veya o tek şeyin belirli bir yerde bulunduğu zaman.)
Examples (Örnekler):
The sun is shining today.
(Güneş bugün ışıl ışıl parlıyor.)
Please open the window.
(Lütfen pencereyi aç.)
– with superlative adjectives
(-üstünlük belirten sıfatlar ile.)
Examples (Örnekler):
She is the eldest daughter in the family.
(O ailenin yaşca en büyük kızı.)
He is the most famous singer in the world.
(O dünyanın en meşhur şarkıcısı.)
We don’t use an article:
(Tanımlık’ın kullanılmadığı durumlar:)
– to talk about people or things in general.
(-genel olara kişiler veya bazı şeyler hakkında konuşulduğu zaman.)
Examples (Örnekler):
Women are better at multi-tasking than men. (NOT the women or the men)
(Kadınlar çoklu görev konusunda erkeklerden daha iyiler. (“The women” yada “The men” şeklinde DEĞİL))
I love buying clothes. (NOT the clothes)
(Ben giyim eşyası almayı seviyorum. (“The clothes” şeklinde DEĞİL))
– for most cities and countries(-çoğu şehirler ve ülkeler için.)
Examples (Örnekler):
Tom and Jessica live in London. (NOT the London)
(Tom ve Jessica Londra’da yaşıyorlar. (“The London” şeklinde DEĞİL))
Pasta originated in China. (NOT the China)
(Makarna çin kökenlidir. (“The China” şeklinde değil))
NB: We use “the” with some countries: the UK, the USA, the Czech Republic, the Philippines
(NOT: “The” bazı ülkeler ile bağlantılı olarak kullanılır: the UK, the USA, the Czech Republic, the Philippines)
We use “the” in some fixed phrases: “go to the cinema”,”in the morning”,”at the weekend”, “the news”, etc.
(“The” bazı sabit ve birbiriyle bağlantılı cümle dizilimlerinde kullanılır: “go to the cinema”, “in the morning”, “at the weekend”, “the news”, vs gibi. (sinemaya gitmek, sabahleyin, hafta sonunda, haberler vs.))
We use “the Present Perfect” to ask about people’s experiences. We don’t ask about when these experiences happened.We often use the Present Perfect with “ever” and “never”.
(Yakın geçmiş zamanı kişilere tecrübeleri hakkında soru sormak için kullanırız.Bu tecrübelerin ne zaman yaşandığını sormayız.Yakın Geçmiş Zaman şeklini sıkça “ever” ve “never” ile beraber kullanırız. )
“Ever” means at any time in your life until now.
(“Ever” hayatının şimdiye kadar olan herhangi bir zamanında.)
-It is often used in questions for emphasis.
(-Sıkça sorularda vurguda bulunmak için kullanılır.)
Examples (Örnekler):
Have you ever met a famous person?
(Hiç ünlü bir kişiye rastladınız mı?)
Have you ever been to Egypt?
(Hiç Mısır’da bulundunuz mu?)
Have you ever seen a tiger in the wild?
(Hiç vahşi ortamda bir kaplan gördünüz mü?)
-“Ever” is also used with “nothing” and “nobody” to talk about things that haven’t happened.
(-“Ever” aynı zamanda hiç olmamış şeyler hakkında konuşmak için “nothing” ve “nobody” ile beraber kullanılır.)
Examples (Örnekler):
Nobody has ever travelled through time.
(Hiç kimse şu ana kadar zamanda gezinmemiştir.)
Nothing has ever tasted as good as home cooking.
(Hiçbir şey şu ana kadar ev yemekleri kadar lezzetli olmamıştır)
-“Ever” is also used with “the first time” for first experiences.
(-“Ever” aynı zamanda ilk tecrübeler anlamında “the first time” ile beraber kullanılır.)
Examples (Örnekler):
This is the first time I have ever seen a giraffe in real life.
(Bu bir zürafayı gerçek hayatta gördüğüm ilk zamandır.)
This is the first time I have ever eaten kangaroo.
(Bu ilk defa Kanguru eti yiyişimdir.)
“Never” is originally the contraction of “not ever”.
(“Never” aslında “not ever” in kısaltılmış şeklidir.)
“Never” means the subject hasn’t had a certain experience before.
(“Never” öznenin daha önce belli bir tecrübesi olmadığı anlamına gelir.)
Examples (Örnekler):
I’ve never been abroad.
(Ben daha önce hiç yurt dışında bulunmadım.)
I’ve never gone skiing.
(Daha hiç kayak kaymadım.)
I’ve never had a cat.
(Hiç kedim olmadı.)
“Never” can be used in negative questions to show surprise that someone hasn’t had a particular experience before.
(“Never” olumsuz sorularda, bir kişinin daha önce belirli bir tecrübe yaşamamış olmasından dolayı duyulan süprüzü ifade etmek için kullanılabilir.)
Examples (Örnekler):
Have you never played tennis?
(Hiç tenis oynamadın mı?)
Have you never seen the film Titanic?
(Hiç Titanic filmini seyretmedin mi?)
NB: Compare “been” and “gone”:
(NOT: “Been” ve “gone” karşılaştırın:)
He’s gone to Paris.= He’s in Paris now.
((Paris’e gitti = O şu anda Paris’te))
He’s been to Paris.= He went to Paris and came back.
((O Paris’teydi = Paris’e gitti ve geri geldi))
We use “used to” to talk about habitual or regular actions or states in the past that are now finished.
After “used to” we use “the infinitive”.
(“Used to” alışkanlık halinde veya düzenli olarak yapılan faaliyetleri veya geçmişte geçerli olan, ancak şimdi olmayan durumları ifade etmek için kullanırız. “Used to” dan sonra “mastar” kullanırız.)
Affirmative Form: Subject + used to + infinitive
(Olumlayıcı Şekil: Özne + used to + mastar)
Examples (Örnekler):
I used to have a dog when I was a child.
(Ben çocukken bir köpeğim vardı.)
I used to play football every weekend but I don’t have time now.
(Her hafta sonu futbol oynardım, ama artık vaktim yok.)
I used to learn the piano but I don’t any more.
(Piyano çalmayı öğreniyordum bir zamanlar, ancak artık bunu yapmıyorum.)
Negative Form: Subject + didn’t use to + infinitive
(Olumsuz Şekil: Özne + didn’t use to + mastar)
Examples (Örnekler):
I didn’t use to like coffee, but I do now.
(Eskiden kahve sevmezdim, ama artık seviyorum.)
I didn’t use to do my homework, but I do now.
(Bir zamanlar ev ödevlerimi yapmazdım, ancak artık yapıyorum.)
I didn’t use to like cats, but I do now.
(Kedileri sevmezdim, ama artık onları seviyorum.)
Question Form: (Question word) + did + subject + use to + infinitive…?
(Soru Şekli: (Soru Kelimesi) + did + özne + use to + mastar…?)
Examples (Örnekler):
Did you use to go swimming everyday when you lived near the beach?
(Plaja yakın oturduğun zamanlar her gün yüzmeye gidermiydin?)
Did you use to go to nightclubs when you were younger?
(Daha genç olduğun zamanlar gece kulüplerine gidermiydin?)
Where did you use to live when you were a child?
(Çocuk olduğun zamanlar nerede yaşardın?)
NB: We can only use “used to” to talk about the past! When we want to talk about the present, we use “usually + Present Simple”.
(NOT: “Used To” ancak geçmiş hakkında konuştuğumuz zaman kullanılır!Şimdiki zaman hakkında konuşmak istediğimiz zaman, genellikle “usually + geniş zaman” kullanırız.)
Examples (Örnekler):
PAST: I used to get up early. (but I don’t now)
(Eskiden erken kalkardım. (ama artık bunu yapmıyorum))
PRESENT: I usually get up early. (I get up early now)
(Genellikle erken kalkarım. (şimdilerde erken kalkıyorum))
When to use “-ed” or “-ing” adjectives can be very confusing.
(Sıfatlarda “-ed” veya “-ing” kullanmak çok kafa karıştırıcı olabilir.)
We use “-ed” adjectives to describe how people feel.
(“-ed” sıfatlarını, kişilerin nasıl hissetiğini tarif etmek için kullanırız.)
Examples (Örnekler):
I’m bored with my job. It’s always the same.
(İşimden sıkıldım.Hep aynı şeyler.)
I feel very relaxed at the weekend.
(Hafta sonlarında çok gevşemiş hissediyorum kendimi.)
She’s not interested in sport.
(O spor ile ilgilenmiyor.)
We use “-ing” adjectives to describe the thing, situation, place or person that causes the feeling.
(“-ing” sıfatlarını, o duyguya sebep olan şeyi, durumu, yeri yada kişiyi tarif etmek için kullanırız.)
Examples (Örnekler):
The news is always depressing.
(Haberler hep iç karartıcı.)
His latest film is really interesting.
(Onun son filmi gerçekten ilginç.)
It was a really exciting match.
(Gerçekten heyecan verici bir maç oldu.)
There are two special forms for verbs called “voice”:
“Voice” (çatı) diye tabir edilen iki özel fiil şekli vardır:
Active voice (Aktif voice (çatı))
Passive voice(Pasif voice (çatı))
The “active voice” is the “normal” voice. This is the voice that we use most of the time. You are probably already familiar with the “active voice”.
(“Active voice” diye tabir edilen aktif çatı “normal” çatıdır.Bu en sık kullandığımız çatıdır.Sizler muhtemelen “active voice” çatısına halihazırda aşinasınızdır.)
In the “active voice”, the object receives the action of the verb:
(Aktif çatıda, tümleç fiilin işlevini üstlenir.)
Example (Örnek):
Cats eat fish.
(Kediler balık yerler.)
The “Passive Voice” is less usual. In the passive voice, the subject receives the action of the verb:
(“Passive Voice” kullanımı daha azdır.”Pasif çatıda”, özne fiilin işlevini üstlenir.)
Example (Örnek):
Fish are eaten by cats.
(Balık kediler tarafından yenilir.)
The object of the active verb becomes the subject of the passive verb:
(Etken fiilin tümleci edilgen fiilin öznesi haline gelir:)
Example (Örnek):
ACTIVE: Everybody drinks water. (water is the object )
(AKTİF: Herkes su içer. (su burada tümleçtir))
PASSIVE: Water is drunk by everyone. (water is the subject )
(PASİF: Su herkes tarafından içilir. ( su burada öznedir))
The structure of the passive voice is very simple:
(Pasif çatının yapısı çok kolaydır:)
Present Simple Passive: subject + am/is/are + past participle
(Pasif Geniş Zaman: özne + am/is/are + geçmiş zaman sıfat-fiili)
Past Simple Passive: subject + was/were + past participle
(Pasif Di’li Geçmiş Zaman: Özne + was/were + geçmiş zaman sıfat-fiili)
The main verb is always in its past participle form.
(Esas fiil daima daima geçmiş zaman sıfat-fiili şeklindedir.)
We use the passive when:
(Pasif halin kullanıldığı durumlar:)
-We want to make the active object more important
(-Aktif tümleci daha önemli göstermek istediğimiz durumlarda.)
-We do not know the active subject
(-Aktif özneyi bilmediğimiz durumlarda.)
-The active subject is obvious
(-Aktif öznenin kim olduğu belli olduğu durumlarda.)
Examples (Örnekler):
President Kennedy was killed by Lee Harvey Oswald. -Here the president being killed is the focus-
(Başkan Kennedy Lee Harvey Oswald tarafından öldürüldü. -Burada öldürülen başkan odaktadır-)
My wallet was stolen at the concert last night. -We don’t know who stole the wallet-
(Cüzdanım geçen geceki konserde çalındı. -Cüzdanın kimin tarafından çalındığını bilmiyoruz-)
The thief was arrested this morning close to the scene of the crime. -It is obvious that the police arrested him so we don’t need to mention it-
(Hırsız bu sabah olay yerine yakın tutuklandı. -Polisin onu tutukladığı açık, böylece bunu belirtmemize gerek yok-)
In passive sentences we can use “by” to say “who” or “what” did the action. This is called “the agent”.
(Pasif cümlelerde, eylemi kimin yada neyin yaptığını belirtmek için “by” kullanabiliriz.Buna “agent” (etken olan kişi/şey) denir.)
Example (Örnek):
This dress was worn by Marilyn Monroe. -Here; Marilyn Monroe is the “agent”-.
(Bu elbise Marilyn Monroe tarafından giyilmişti. -Burada Marilyn Monroe “agent”-)
To make questions in the passive voice we use the pattern: Question word + Auxiliary Verb + Subject + Main Verb
(Pasif çatı şeklinde soru sorabilmek maksadı ile şu yapı şablonunu kullanırız: Soru kelimesi + Yardımcı Fiil + Özne + Esas Fiil)
Example (Örnek):
Where is rice grown?
(Pirinç nerede yetişir?)
Where are Audi cars manufactured?
(Audi arabaları nerede üretilir?)
How much was the Picasso painting sold for?
(Picasso tablosu kaça satılmıştı?)
-The passive voice is used when focusing on the person or thing affected by an action.
(-Pasif çatı, bir eylem tarafından etkilenen kişi veya nesne üzerinde odaklanılacağı zaman kullanılır.)
Only verbs that take an object can be used in the passive voice.
(-Sadece tümleç alabilen fiiller pasif çatıda kullanılabilirler.)
For apologies we often use:
“I’m (really) sorry, but I can’t/couldn’t + infinitive”.
(Özürler için sıkça:
“I’m (really) sorry, but I can’t/couldn’t + infinitive” kullanırız.)
Example (Örnek):
I’m really sorry, but I can’t come tonight.
(Gerçekten özür dilerim, ama bu gece gelemem.)
I’m really sorry, but I couldn’t finish the report on time.
(Gerçekten özür dilerim, ancak raporu zamanında bitiremedim.)
I’m sorry, but I can’t help you move house tomorrow.
(Özür dilerim, ancak sana yarın evin taşınmasında yardımcı olamayacağım.)
For reasons we often use:
“I have/had to + infinitive”.
(Sebepler için sıkça:
“I have/had to + mastar” kullanırız.)
Example (Örnek):
I have to work late.
(Geç zamana kadar çalışmam gerekiyor.)
I had to go to a meeting.
(Bir toplantıya katılmam gerekiyor.)
I have to take my son to football training.
(Oğlumu futbol antremanına götürmem gerekiyor.)
For promises we often use:”I’ll + infinitive”.
(Vaatler için sıkça: “I’ll + mastar” kullanırız.)
Example (Örnek):
I’ll see you on Friday.
(Senin ile Cuma günü görüşürüz.)
I’ll help you unpack.
(Sana boşaltmada yardımcı olacağım.)
I’ll do it tomorrow, I promise.
(Yarın o işi yapacağım, söz veriyorum.)
To respond to an apology we often use these phrases:
(Bir özüre cevap vermek için sıkça aşağıdaki cümle dizilimlerini kullanırız:)
Example (Örnek):
Oh, don’t worry. Another time, maybe.
(Tamam, merak etme.Başka bir zaman, belki.)
Oh dear. What happened?
(Aman tanrım.Ne oldu?)
Oh, right. Why not?
(Ah, tamam.Neden olmasın?)
NB: In this type of conversation there is usually a pattern: “we apologise”, “give a reason”, and then “make a promise”.
(NOT: Bu tür konuşmalarda genelde bir kalıp söz konusudur: “özür dileriz”, “sebep belirtiriz”, ve sonra bir “vaatte bulunuruz”.)
Example (Örnek):
A: I’m really sorry, but I can’t see you tonight.
(A: Gerçekten kusura bakma, ancak seninle bu gece görüşemeyeceğim.)
B: Oh right. Why not?
(B: Ah tamam.Neden peki?)
A: I have to work late. I’ll see you tomorrow, I promise!
(A: Geç vakte kadar çalışmam gerekiyor.Senin ile yarın görüşürüz, söz veriyorum!)
Phrasal verbs are part of a large group of verbs called “multi-word verbs”. Phrasal verbs and other multi-word verbs are an important part of the English language.
Multi-word verbs, including phrasal verbs, are very common, especially in spoken English. A multi-word verb is a verb like “pick up”, “turn on” or “get on with”. For convenience, many people refer to all multi-word verbs as phrasal verbs.
These verbs consist of a “basic verb + another word or words”. The other word(s) can be prepositions and/or adverbs. The two or three words that make up multi-word verbs form a short “phrase” – which is why these verbs are often all called “phrasal verbs”.
The important thing to remember is that a multi-word verb is still a verb. “Get” is a verb, “get up”, is also a verb,but a different verb. “Get” and “get up” are two different verbs. They do not have the same meaning. So you should treat each multi-word verb as a separate verb, and learn it like any other verb.
(Öbeksi fiiller “multi-word verbs” (çoklu-kelimeli fiiller) denilen geniş fiiller grubunun bir parçasıdırlar. Öbeksi fiiller ve başka çoklu-kelimeli fiiller İngiliz dilinin önemli bir parçasını teşkil ederler.
Çoklu-kelimeli fiiller, öbeksi fiiller dahil, özellikle konuşulan İngilizcede çok yaygındırlar.Bir çoklu-kelimeli fiil, “pick up”, “turn on” veya “get on with” gibi bir fiildir.Kolaylık olması açısından, bir çok kişi tüm çoklu-kelimeli fiilleri öbeksi fiiller olarak tanımlar.
Bu fiiller bir “temel fiil + bir başka kelime veya kelimelerden” oluşur.Başka kelime(ler) edatlar ve/veya zarflar olabilirler.Çoklu-kelimeli fiilleri oluşturan iki veya üç kelime, kısa bir “dizilimi” meydana getirirler – bunun içindir ki bu fiillere “öbeksi fiiller” (phrasal verbs) denir.
Hatırlanması önemli olan şey, bir çoklu-kelimeli fiillin hala bir fiil olduğu olgusudur.”Get” bir fiildir.”Get up” da bir fiildir, başka bir fiil.”Get” ve “get up” iki farklı fiillerdir.Onlar aynı anlamı içermiyorlar.Bundan dolayı her çoklu-kelimeli fiili ayrı birer fiil olarak göz önünde bulundurmalı, ve onları her hangi başka bir fiil gibi öğrenmelisiniz.)
NB: Phrasal verbs are usually used informally in everyday speech as opposed to the more formal Latinate verbs, such as “to get together” rather than “to congregate”, “to put off” rather than “to postpone”, or “to get out” rather than “to exit”. They should be avoided in academic writing.
(NOT: Öbeksi fiiller genellikle günlük konuşmada, daha resmi olan Latince kökenli fiillerin yerine, gayri resmi şekilde kullanılır.”To congregate” yerine “to get together” , “to postpone” yerine “to put off”, veya “to exit” yerine daha çok “to get out” gibi. Akademik yazımda kullanımlarından kaçınılmalıdır.)
Examples (Örnekler):
move in = to move all your possessions into a place and start living there
(move in = bütün sahip olduğunuz şeyleri bir yere taşımak ve orada yaşamaya başlamak.)
Lara moved in to her new apartment last week.
(Lara geçen hafta yeni apartman dairesine taşındı)
get on with = have a good relationship with
(get on with = o kişi(ler) ile iyi bir ilişkiye sahip olmak.)
I get on well with my sisters.
(Ben kız kardeşlerim ile iyi geçiniyorum)
sit down = to sit on something
(sit down = bir şeyin üstünde oturmak.)
Please sit down and make yourself comfortable.
(Lütfen oturun ve rahat olun)
put up with = tolerate
(put up with = tolere etmek.)
I don’t know how you put up with your annoying neighbours.
(Rahatsız edici komşularını nasıl tolere edebildiğini anlamıyorum)
go away = go somewhere else to stay for a while
(go away = orada bir süre kalmak için başka bir yere gitmek.)
We’re going away to Brighton this weekend.
(Bu hafta orada bir süre kalmak için Brighton’a gideceğiz.)
give up = stop doing something
(give up = bir şeyi yapmayı bırakmak.)
I gave up smoking last year.
(Geçen sene sigara içmeyi bıraktım)
turn up = arrive
(turn up = varmak)
Four thousand people turned up for the protest.
(Dörtbin kişi protesto için ortaya çıktı)
go on = continue
(go on = devam etmek)
I’ll go on studying until I’m a professor.
(Profesör olana kadar okumaya devam edeceğim)
take off = remove clothes/ leave the ground
(take off = elbiseleri çıkarmak / yerden havalanmak)
When she got home, she took off her coat and shoes. / The plane takes off at 2pm.
(Eve geldiğinde, palto ve ayakkabılarını çıkardı / Uçak saat 14:00’de kalkacak)
go back = return
(go back = geri dönmek.)
When I finish my university studies, I’ll go back to my home town.
(Üniversite çalışmalarımı bitirdiğim vakit, memleketime döneceğim)
Activity verbs talk about activities and actions.
(Faaliyet fiilleri faaliyetler ve eylemler ifade ederler.)
We can use activity verbs in the Present Simple and the Present Continuous:
(Faaliyet fiillerini Geniş Zaman ve Şimdiki Zamanda kullanabiliriz.)
Example (Örnek):
He plays football on Saturdays.
(O Cumartesileri futbol oynar.)
He’s playing football now.
(O şimdi futbol oynuyor.)
Typical activity verbs are: “play”, “work”, “write”, “eat”,”run” and “do”.
(Tipik faaliyet fiillerinden bazıları: “play”, “work”, “write”, “eat”, “run” ve “do”.)
State verbs talk about states, feelings and opinions.
(Durum fiilleri, durumlar, duygular ve fikirleri konu ederler.)
We don’t usually use state verbs in any continuous form:
(Genellikle durum fiillerini devam eden anlamında kullanmayız:)
Example (Örnek):
I like ice cream. NOT I’m liking ice cream.
(Ben dondurma severim. Ben dondurmayı seviyorum şeklinde DEĞİL)
I think she’s beautiful. NOT I’m thinking she’s beautiful.
(Bence o güzel. Ben onun güzel olduğunu düşünüyorum şeklinde DEĞİL)
Common state verbs are: “like”, “think”, “believe”, “love”, “be”, “remember”, “understand”, “want”, “hate”, “know” and “agree”.
(Yaygın olarak kullanılan durum fiillerinden bazıları: “like”, “think”, “believe”, “love”, “be”, “remember”, “understand”, “want”, “hate”, “know” ve “agree”.)
NB: Some verbs can be both activity and state verbs!
(NOT: Bazı fiiller hem faaliyet ve hemde durum fiilleri olabilirler!)
Examples (Örnekler):
I’m having breakfast. (activity)
(Kahvaltı yapıyorum. (faaliyet))
He has four children. (state)
(Onun dört çocuğu var. (durum))
We use “too”, “too much” and “too many” to say something is more than we want.
(“Too, too much”, ve “too many” sözcüklerini, bir şeyin istediğimizden fazla olduğunu belirtmek için kullanırız.)
Examples (Örnekler):
too + adjective (too + sıfat):
This house is too small.
(Bu ev fazla küçük)
Don’t get home too late.
(Eve fazla geç gelmeyin)
too much + uncountable noun (too much + sayılamayan isim):
She’s got too much work to do.
(Onun daha çok fazla iş yapması gerekiyor)
There is too much salt in the soup.
(Bu çorbanın içinde çok fazla tuz bulunuyor)
too many + countable noun (too many + sayılabilen isim):
There are too many dishes to wash.
(Daha yıkanacak çok fazla bulaşık bulunuyor)
I have too many things to do.
(Benim yapılacak çok fazla işim bulunuyor)
We use “not enough” to say something is less than we want.
(“Not enough” sözcüğünü bir şeyin istediğimizden az olduğunu belirtmek için kullanırız.)
Examples (Örnekler):
not + adjective + enough (not + sıfat + enough):
He is not tall enough to reach the shelf.
(O rafa ulaşmasına yetecek kadar uzun boylu değil)
He’s not old enough to go to nightclubs.
(O gece kulübüne gidebilmek için gerekli olan yaşta değil)
not + verb + enough + noun (not + fiil + enough + isim):
I don’t have enough flour for the recipe.
(Yemek tarifinde belirtilene yeterli olacak kadar unum bulunmuyor)
There aren’t enough chairs for the guests.
(Misafirlere yetecek kadar sandalye yok)
We use “enough” to say something is the correct number or amount.
(“Enough” sözcüğünü, bir şeyin doğru sayıda yada miktarda bulunduğunu belirtmek içim kullanırız.)
Examples (Örnekler):
enough + noun (enough + isim):
There is enough food for everyone
(Burada herkese yetecek kadar yiyecek bulunuyor)
He earns enough money to support his family.
(O ailesini geçindirebilecek kadar yeterli para kazanıyor)
NB: We often use the infinitive with “to” after these phrases:
(NOT: “To” aşağıda belirtilen sözcük diziliminden sonra, mastar ile bağlantılı olarak sık kullanılır.)
I’ve got too many things to do today.
(Bugün yapacak çok fazla işim var)
There are too many things to see in New York in 3 days.
(New York’da 3 günde görülebilecek çok şey bulunuyor)
We don’t use “too” to mean “very very”!
(“Too” çok fazla demek için kullanılmaz!)
Example (Örnek):
She is really beautiful. NOT She is too beautiful.
( O gerçekten güzel.O gerçekten çok fazla güzel şeklinde KULLANILMAZ)
We use the Present Continuous for:
(Şimdiki Zamanı):
– things that are happening at the moment of speaking
(-konuşulduğu sırada olan şeyler için kullanırız)
Examples (Örnekler):
I am writing an email at the moment.
(Şu anda bir elektronik posta yazıyorum.)
He is doing some gardening today.
(O bugün biraz bahçe işleri yapıyor.)
– things that are temporary and happening around now, but maybe not at the moment of speaking.
(-geçici olan ve şu sıralara yakın olan, ancak belki üzeride konuşulduğu sırada olmayan şeyler için kullanılır.)
Examples (Örnekler):
Now she’s looking for another job.
(Şimdi o başka bir işe arıyor.)
I’m living at my friend’s house at the moment.
(Şu anda arkadaşımın evinde kalıyorum.)
We use the Present Simple for:
(Geniş Zamanı:)
– daily routines and habits and things we do or don’t do with frequency;
(-günlük rutinler ve sık yada sık olarak yapmadığımız alışkanlıklar ve şeyler için kullanırız;)
Examples (Örnekler):
He reads the newspaper every day.
(O gazeteyi her gün okur.)
I never take the bus to work. I always ride my bicycle.
(Ben daha hiç işe gitmek için otobüsü kullanmadım.Hep bisikletim ile giderim.)
– verbs that describe states.
(-durumları ifade eden fiiller için kullanırız.)
Examples (Örnekler):
He needs a real job.
(Onun gerçek bir işe ihtiyacı var.)
I think she is too young to get married.
(Bence o evlenmek için daha çok genç.)
We can use sentences with “when”, “as soon as”, “before”, “after” and “until” to talk about the future using the same form as a first conditional. After these words we use the “Present Simple”, and in the main clause we use “will + infinitive”.
“When”, “as soon as”, “before”, “after” ve “until” ile birinci şart kipindeki şekildeki gibi, gelecek hakkında konuşmak için cümleler kurabiliriz.Bu sözcüklerden sonra geniş zaman kullanırız, ve temel tümce’de “will + mastar”.
Examples (Örnekler):
When I retire, I’ll move to the country.
(Emekli olduktan sonra, ben kırsal alana taşınacağım)
As soon as I get home, I’ll go to bed.
(Eve varır varmaz, ben yatmaya gideceğim)
I’ll have dinner at home before I go to the pub.
(Birahaneye gitmeden önce, evde akşam yemeği yiyeceğim)
After I finish school, I’ll go to university.
(Liseyi bitirdikten sonra, üniversiteye gideceğim)
I won’t leave until I see the manager.
(Yöneticiyi görmeden önce, burayı terk etmeyeceğim)
We use “when” to say we are certain something will happen.
(“When” bir şeyin olacağına dair emin olduğumuzu belirtmek istediğimiz zaman kullanılır.)
We use “if” to say something is possible, but not certain.
(“If” bir şeyin olmasının olası, ancak bu konuda emin olmadığımızı belirtmek istediğimiz zaman kullanılır.)
We use “as soon as” to say something will happen immediately after something else.
(“As soon as” bir şeyin bir şeyden hemen sonra olacağını belirtmek istediğimiz zaman kullanılır.)
We use “until” to say something stops happening at this time.
(“Until” bir şeyin şu anda bittiğini belirtmek istediğimiz zaman kullanılır.)
Similarly to first conditionals, the future time clause can come first or second in the sentence.
(Birinci şart kipine benzer olarak, gelecek zaman tümcesi, cümlede birinci veya ikinci sırada yer alabilir.)
Examples (Örnekler):
I’ll call you when I get to the office. = When I get to the office, I’ll call you.
(Ofise vardığım zaman seni arayacağım. = Seni arayacağım, ofise vardığım zaman.)
We use “have to + infinitive” to say something is necessary or obligatory.
(“To + mastar” bir şeyin gerekli yada zorunlu olduğunu belirtmek için kullanırız.)
Examples (Örnekler):
I have to get up at 7am every day.
(Her gün sabah saat 7:00’de kalkmam gerekiyor.)
You have to drive on the left in Australia.
(Avustralya’da trafikte sol tarafta sürmen gerekiyor.)
We use “don’t have to + infinitive” to say something is not necessary or obligatory.
(“Don’t have to + mastar” bir şeyin gerekli olmadığı yada zorunlu olmadığını belirtmek için kullanırız.)
Examples (Örnekler):
He doesn’t have to work on Sundays.
(Onun Pazar günleri çalışması gerekmiyor.)
We don’t have to wear a uniform at school.
(Bizim okulda uniforma giymemiz gerekmiyor.)
To make questions we use “do/does”.
(Sorular sormak için “do/does” kullanırız.)
Examples (Örnekler):
Do I have to go?
(Gitmem gerekiyor mu?)
Does he have to bring his CV?
(Onun öz geçmişini getirmesi gerekiyor mu?)
We use “must + infinitive” to talk about rules and obligations.
(“Must + mastar” kurallar ve yükümlülükler hakkında konuşmak için kullanırız.)
Examples (Örnekler):
You must turn off your mobile before boarding the plane.
(Uçağa binmeden önce cep telefonunu kapatman gerekiyor.)
At this company you must work 40 hours a week.
(Bu şirkette haftada 40 saat çalışman gerekiyor.)
We use “mustn’t + infinitive” to say something is prohibited.
(Bir şeyin yasak olduğunu belirtmek için “mustn’t + mastar” kullanırız.)
Examples (Örnekler):
You mustn’t smoke here.
(Burada sigara içmemeniz gerekiyor.)
You mustn’t park here.
(Burada park etmemeniz gerekiyor.)
NB: We can also use “can’t + infinitive” to talk about rules.
(NOT: Aynı zamanda kurallar hakkında konuşmak için “can’t + mastar” kullanabiliriz.)
Examples (Örnekler):
You can’t smoke here.
(Burada sigara içemezsiniz.)
“Must” and “have to” are very similar, but there is a small difference.
(“Must ve have to” birbirlerine çok benzerler, ancak aralarında küçük bir fark vardır.)
We normally use “have to” for a general obligation from an outside source, such as work or the law.
(Normalde “have to” harici bir kaynak tarafından dayatılan, iş veya kanun gibi, genel bir yükümlülük için kullanırız.)
Examples (Örnekler):
I have to go to a meeting tomorrow. (because your boss told you to)
(Yarın bir toplantıya katılmam gerekiyor. (çünkü patronunuz size öyle söyledi))
We normally use “must” when the speaker imposes the obligation, such as a teacher to students, or even to yourself.(Normalde “must” konuşmacının bir yükümlülüğü dayattığı, mesela bir öğretmenin öğrencilere, yada kendinize karşı bile, durumlarda kullanılır.)
Examples (Örnekler):
You must finish the assignment by Friday. (because you are imposing the rule)
(Görevi Cuma’ya kadar bitirmiş olman gerek. (çünkü kuralı siz empoze ediyorsunuz))
I must lose some weight. (because you believe so)
(Biraz kilo vermem gerekiyor. (çünkü siz öyle olması gerektiğine inanıyorsunuz))
NB: “Mustn’t” and “don’t have to” have completely different meanings.
(NOT: “Mustn’t ve don’t have to” nun tamamiyle farklı anlamları bulunmaktadır.)
Compare (Karşılaştırın):
You mustn’t go.= You can’t go. It’s prohibited.
(You mustn’t go.= Gidemezsiniz. Bu yasak.)
You don’t have to go.= You can go if you want, but it’s not necessary.
(You don’t have to go.= İsterseniz gidebilirsiniz, ancak bu gerekli değil.)
“The First Conditional” (also called “Conditional Type 1”) is a structure used for talking about possibilities in the present or in the future.
(“Birinci Şart Kipi” (aynı zmanda “Conditional Type 1” denir) şimdiki ve gelecek zaman hakkında konuşmak için kullanılan bir yapıdır.)
A first conditional sentence consists of two clauses, an “if” clause and a “main clause”.
(Bir birinci şart kipindeki cümle iki tümceden meydana gelir, bir “if” tümcesi ve bir “main clause”.)
FORM (Şekil):
If + subject + present simple, subject + will + infinitive
(If + özne + geniş zaman, özne + will + mastar)
Examples (Örnekler):
If it rains, I’ll stay at home. (There are clouds in the sky, it’s possible)
(Eğer yağmur yağarsa, evde kalacağım. (Gökyüzü bulutlu, bu olası bir durdum))
If the “if” clause comes first, a comma is usually used. If the “if” clause comes second, there is no need for a comma:
(“If” tümcesi eğer önce gelirse, genellikle bir virgül kullanılır.Eğer “if” tümcesi ikinci sırada gelirse, virgüle ihtiyaç yoktur:)
Examples (Örnekler):
I’ll stay at home if it rains.
(Eğer yağmur yağarsa evde kalacağım)
The first conditional is used to talk about things which are possible in the present or the future — things which may happen.The “if” clause talks about things that are possible, but not certain and the main clause says what we think the result will be in this situation.
(Birinci şart kipi şimdiki veya gelecek zamanda olması mümkün olan – olması olası olan şeyler hakkında konuşmak için kullanılır.“If” tümcesi mümkün olması olası olan şeyler hakkında bahseder, ama kesin değil ve temel tümce bu durumda sonucun nasıl olacağı konusundaki düşüncemizi bildirir.)
Examples (Örnekler):
If I’m late again, I’ll lose my job.
(Eğer yine geç kalırsam, işimi kaybedeceğim.)
If we don’t hurry, we’ll miss the plane.
(Eğer acele etmezsek, uçağı kaçıracağız)
We’ll get there on time if we take a taxi.
(Eğer taksi’ye binersek, oraya zamanında varacağız)
I’ll cook if you do the washing up.
(Eğer sen çamaşırları yıkarsan, ben yemek pişireceğim)
If I get the job, I’ll pay for dinner.
(İşi alırsam, akşam yemeğini ben ödeyeceğim)
“Linkers” are words used to connect ideas in English.
(“Bağlayıcılar” İngilizcede fikirleri bağlamak için kullanılan kelimelerdir
We use “first”, “next”, “then”, “after”, “after that” and “finally” to show the order of events.
(“First”, “next”, “then”, “after”, “after that” ve “finally” olaylarının sıralamasını göstermek için kullanırız.)
Examples (Örnekler):
First he got a job at the local sports club.
(Önce yerel spor kulübünde işe başladı)
Next he started coaching tennis.
(Daha sonra tenis antrenörlüğü yapmaya başladı)
After he had been coaching for a while, he opened his own club.
(Bir süre antrenörlük yaptıktan sonra, kendi kulübünü açtı)
After that he employed people to work there.
(Bundan sonra burada çalışmaları için kişiler istihdam etti)
Finally he retired at the age of fifty-five.
(Sonunda ellibeş yaşında emekliliğe ayrıldı)
“After” can be followed by subject and verb or a noun.
(“After” dan sonra bir özne ve fiil veya bir isim gelebilir.)
Examples (Örnekler):
He became famous after he made a TV show.
(Bir TV şovu hazırladıktan sonra o meşhur oldu.)
They left after breakfast.
(Kahvaltıdan sonra ayrıldılar.)
“After” that is usually followed by subject and verb.
(“After that”den sonra genelde bir özne ve fiil gelir.)
Example (Örnek):
After that he lived without food for 44 days.
(Bundan sonra yemek yemeden 44 gün geçirdi.)
We use “because” to give a reason why something happened.
(“Because” bir şeyin neden meydana geldiğinin nedenini açıklamak için kullanılır.)
Example (Örnek):
She went shopping because there was no food in the house.
(O alış veriş yapmaya gitti, çünkü evde yiyecek maddesi kalmamıştı.)
We use “so” to say what the consequence of a situation is.
(“So” bir durumun sonucunun ne olduğunu açıklamak için kullanılır.)
Example (Örnekl:
She needed some money so she went to the bank.
(Onun biraz paraya ihtiyacı vardı, böylece bankaya gitti.)
We use “until” to say something stops happening at this time.
(“Until” bir şeyin belli bir zamandan sonra bittiğini/biteceğini belirtmek için kullanılır.)
Example (Örnek):
They partied until dawn.
(Şafağa kadar parti düzenlediler)
We use “while” and “when” to connect things that are happening at the same time.
(“While ve when” aynı zamanda olan şeyleri birbirleri ile bağlamak için kullanırız.)
NB: “While” vs. “When”
(NOT:” While” e karşın “When”)
Clauses are groups of words which have meaning, but are often not complete sentences. Some clauses begin with the word “when” such as “when she called” or “when it bit me.” Other clauses begin with “while” such as “while she was sleeping” and “while he was surfing.” When you talk about things in the past, “when” is most often followed by the verb tense Past Simple, whereas “while” is usually followed by Past Continuous. “While” expresses the idea of “during that time.” Study the examples below. They have similar meanings, but they emphasize different parts of the sentence.
(“Clauses” ler anlamı olan bir grup kelimelerdir, ancak çoğu zaman bunlar tamamlanmış cümleler teşkil etmezler.Bazı “clauses” ler “when, such as , when she called” veya “when it bit me” kelimeleri ile başlarlar.Başka “clauses” ler “while, such as , while she was sleeping” ve “while he was surfing” ile başlarlar.Geçmişte olan olaylar hakkında konuşuyorsanız eğer, “when” çoğu zaman fiilin Geçmiş Zaman hali tarafından takip edilir.Buna karşılık “while” Sürekli Geçmiş Zaman tarafından takip edilir.”While” o zaman sırasında fikrini ifade eder.Aşağıdaki örnekleri inceleyin.Benzer anlamlar taşırlar, ancak cümlenin farklı bölümlerine vurguda bulunurlar. )
Examples (Örnekler):
I was studying when she called.
(Beni çağırdığında/aradığında çalışıyordum)
While I was studying, she called.
(Çalıştığım sırada çağırdı/aradı.)
We often use an “infinitive” to talk about a person’s purpose.
(Bir “mastar”ı genelde, bir kişinin amacı hakkında konuşmak için kullanırız )
Examples (Örnekler):
He rose to speak.
(O konuşmak için kalktı)
She came to the city to look for work.
(O şehre iş bakmak için gelmişti)
He sat down to rest.
(O dinlenmek için oturdu)
We can also use “in order to” or “so as to”.
(Ayrıca “in order to” veya “so as to” kullanabiliriz.)
Example (Örnek):
She came to the city so as to look for work.
(O şehre iş aramak için gelmişti)
“So as to” and “in order to” are more common before verbs like “be”, “have”, “know” etc.
(“So as to” ve “in order to” daha çok fiillerden önce kullanılır, “be”, “have”, “know” vs. gibi.)
Examples (Örnekler):
He raised his voice so as to be heard.
(Duyulabilmesi için sesini yükseltti.)
He got up early in order to have enough time to pack.
Eşyalarını toparlayabilmek için yeterli zamanının kalması için erken kalktı.)
Before a negative infinitive, we normally use “so as” or “in order”.
(Normal bir mastardan önce, normalde “so as” yada “in order” kullanırız.)
Example (Örnek):
I am leaving now so as not to be late. (NOT I am leaving now not to be late.)
(Geç kalmamak için şimdi çıkıyorum. ( Şimdi çıkıyorum geç kalmamak için şeklinde DEĞİL))
NB: We don’t say I came here for study English OR I came here for to study English.
NOT:(Bu şekilde bir kullanım söz konusu değil)
We can use “for + noun” to say why we do something.
(“For + isim”, bir şeyi neden yaptığımızı anlatmak için kullanabiliriz.)
Example (Örnek):
I went to the shop for a newspaper.
(Bir gazete almak için dükkana gittim.)
In English we use “Past Continuous” to talk about an action taking place during a period of time. We usually use it with “Past Simple”.
(İngilizce’de “Past Continuous” bir olayın bir zaman dilimi süresince olmaya devam ettiğini belirtmek için kullanılır. Genellikle bağlaç yardımı ile “Past Simple” ile beraber kullanılmaktadır.)
FORM (Şekil):
was/were + verb + ing
(was/were + fiil + ing)
USE 1 : Interrupted Action in the Past
(Kullanım Şekli 1: Geçmiş zamanda yarıda kesilen eylem)
Use the “Past Continuous” to show that a longer action in the past was interrupted. The interruption is usually a shorter action in the “Past Simple”. Remember this can be a real interruption or just an interruption in time.
(“Past Continuous” geçmiş zamanda yarıda kesilen (duraksatılan) daha uzun süreli bir eylemi belirtmek için kullanılır. Kesilme genellikle “Past Simple” formunda meydana gelir.)
Examples (Örnekler):
I was cooking dinner when she phoned.
(O aradığında televizyon izliyordum.)
When the phone rang, she was cooking dinner.
(Telefon çalıdığında yazı yazıyordum.)
While we were cycling in the park, it started to rain.
(Biz piknik yapıyorken yağmur başladı.)
What were you doing when the police turned up?
(Deprem başladığında ne yapıyordun?)
I was wearing earplugs, so I didn’t hear my alarm.
(iPod dinliyordum, o yüzden yangın alarmını duymadım.)
You were not listening to the teacher when she gave us our homework.
(Fırını kapa dediğimde beni dinlemiyordun.)
While Alex was exercising, someone stole his bike.
(Dün gece John uyurken, birileri arabasını çalmış.)
William was waiting for me when I arrived at the station..
(Uçaktan indiğimizde Sammy bizi bekliyordu.)
While I was watching TV, the power went off.
(Email’i yazarken bilgisayar birden kapandı.)
A: What were you doing when you had the car accident?
(A: Bacağını kırdığında ne yapıyordun?)
B: I was texting a friend.
(B: Arkadaşıma mesaj gönderiyordum.)
USE 2 : Specific Time as an Interruption
(Kullanım Şekli 2 : Spesifik bir zaman dilimi)
In USE 1, described above, the “Past Continuous” is interrupted by a shorter action in the “Past Simple”. However, you can also use a specific time as an interruption.
(Yukarıda açıklanan kullanım şekli 1’de “Past Continuous” “Past Simple” formunda başka bir olay nedeni ile kesintiye uğramıştı)
Examples (Örnekler):
Last night at 6 PM, I was travelling home.
(Geçen akşam saat 18:00’da, eve doğru yolda gidiyordum)
At midnight, I was still studying for my exam.
(Gece yarısı vakti, halen sınavıma çalışıyordum)
Yesterday at this time, I was sitting on a beach in Australia.
(Dün bu sıralarda, Avustralya’da bir plajda oturuyordum)
IMPORTANT (ÖNEMLİ):
In the Past Simple, a specific time is used to show when an action began or finished. In the Past Continuous, a specific time only interrupts the action.
(Geçmiş Zamanda bir eylemin ne zaman başladığı veya bittiğini gösteren belirli bir zaman kullanılır.Sürekli Geçmiş Zamanda, sadece belli bir zaman dilimi eyleme ara verdirir.)
Examples (Örnekler):
Last night at 6 PM, I travelled home.
(Dün akşam saat 18:00’de, eve doğru gitmiştim)
I started travelling at 6 PM.
(Saat 18:00’de yolculuğa başladım)
Last night at 6 PM, I was travelling home.
(Dün akşam saat 18:00’de, eve doğru gidiyordum)
I started earlier; and at 6 PM, I was in the process of travelling home.
(Daha önce başladım; ve saat 18:00’de, eve yolculuk etme sürecinde bulunuyordum)
USE 3 : Parallel Actions
(KULLANIM ŞEKLİ 3 : Paralel Eylemler)
When you use the “Past Continuous” with two actions in the same sentence, it means that both actions were happening at the same time. The actions are parallel.
(Sürekli Geçmiş Zamanı (Past Continous) iki eylem ile birlikte aynı cümlede kullanırsanız, bu her iki eyleminde aynı sırada meydana geldiği anlamına gelir. Eylemler birbirlerine paraleldir.)
Examples (Örnekler):
I was swimming while he was sunbathing.
(O güneşlenirken ben yüzüyordum)
While Emily was cooking, Brian was doing his homework.
(Emily yemek pişirirken, Brian ev ödevini yapıyordu)
Were you listening when I was speaking to you?
(Ben seninle konuşurken sen beni dinliyor muydun?)
They were sitting by the pool, sipping cocktails, and talking about life.
(Onlar yüzme havuzunun kenarında oturuyor, kokteyllerinden yudumluyor, ve hayat hakkında konuşuyorlardı)
We often use the present perfect tense to talk about a continuing situation. This is a state that started in the past and continues in the present (and will probably continue into the future). This is a state (not an action). We usually use “for” or “since” with this structure.
(Yakın geçmiş zamanı sıkca, daha süren bir durum için kullanırız.Bu, geçmişte başlamış olan ve şimdiki zamanda halen devam eden bir durumdur (ve muhtemelen gelecekte devam edecektir).Bu bir durumdur (bir eylem değil).Bu yapı ile birlikte genelde “for” veya “since” kullanırız.)
Examples (Örnekler):
I have worked here since June.
(Haziran ayından beri burada çalışıyorum)
He has been ill for 2 days.
(O, 2 günden beri hasta)
How long have you known Tara?
(Tara’yı ne zamandan beri tanıyorsun?)
We use “for” to talk about a period of time – 5 minutes, 2 weeks, 6 years.
(“For” belli bir zaman süresi hakkında konuşmak için kullanılır – 5 dakika, 2 hafta, 6 yıl.)
We use “since” to talk about a point in past time – 9 o’clock, 1st January, Monday.
(“Since” geçmiş zamandaki bir andan bahsetmek için kullanılır – Saat 9, 1 Ocak, Pazartesi.)
I have been here for 20 minutes.
(20 dakikadan beri buradayım)
I have been here since 9 o’clock.
(Saat 9’dan beri buradayım)
John hasn’t called for 6 months.
(John 6 aydan beri aramadı)
John hasn’t called since February.
(John Şubat’dan beri aramadı)
He has worked in New York for a long time.
(O New York’da uzun bir süreden beri çalışıyor)
He has worked in New York since he left school.
(O okulu terk ettiğinden beri New York’da çalışıyor)
“For” can be used with all tenses. “Since” is usually used with perfect tenses only.
(“For” bütün zamanlar ile birlikte kullanılabilir.”Since” genelde sadece görülen geçmiş zaman ile birlikte kullanılır.)
NB: Although the above use of Present Perfect is normally limited to Non-Continuous Verbs and non-continuous uses of Mixed Verbs, the words “live,” “work”, “teach,” and “study” are sometimes used in this way even though they are NOT Non-Continuous Verbs.
(NOT: Her ne kadar Yakın Geçmiş Zamanın kullanımı normalde Devamlılığı-Olmayan Fiiller ve Karıştırılmış Fiillerin devamlılığı olmayan şekilde kullanımı ile sınırlı olsada, “live”, “work”, “teach” ve “study” sözcükleri , Devamlılığı-Olmayan Fiiller OLMAMALARINA rağmen, bazen bu şekilde kullanılırlar.)
(Önce) Ago
“Ago” geçmişte bir zamandan bahsetmek için “Past simple” ile beraber kullanılır.
We use ago to talk about a time in the past with the Past Simple.
eg. I arrived in Istanbul seven months ago. (Seven months before now.)
(Örnek: İstanbul’a yedi ay önce geldim. (Şu andan yedi ay önce.))
NB: the day before yesterday = two days ago.
(NOT: Dünden önceki gün = iki gün önce.)
Last (Son)
We use last to say the day, week, month, etc. in the past that is nearest to now.
(“Last” şu andan önceki son (geçmiş en yakın) gün, hafta, ay gibi şeylerden bahsetmek için kullanılır.)
eg. I went to Eminonu last Saturday. (the Saturday before now)
(Örnek: Geçen cumartesi Eminönü’ye gittim. (Geçen en son cumartesi))
We use last with days, months, seasons and in the following phrases:
(“Last” günler, aylar, mevsimler ve seneler için aşağıdaki yapıda kullanılır:)
last night (Dün gece)
last week (Geçen hafta)
İngilizcede, şikayetde ve talepde bulunmak için bazı nazik ifade şekilleri bulunmaktadır.
In English we have some polite phrases for making complaints and requests.
For example: ( Örneğin:)
Making complaints: (Şikayetde bulunmak için:)
I’m sorry, but I’ve got a bit of a problem. (Pardon, ancak küçük bir sorunum var)
I’m afraid I’ve got a complaint. (Korkarım bir şikayetim olacak)
I’m sorry, but I think there’s something wrong with (the TV). (Pardon, ancak (TV ile ilgili) bir terslik var sanırım)
Making requests: (Talepde bulunmak için:)
I wonder if you could check for me? (Benim için kontrol edebilirmisin diye merak etmiştim)
I wonder if I could have some more towels, please? (Birkaç tane daha havlu alabilirmiyim diye merak etmiştim, lütfen?)
Could I speak to the manager, please? (Müdür ile konuşabilirmiyim, lütfen?)
Could you help me? (Bana yardımcı olabilirmisiniz?)
Would you mind sending someone to look at it? (Buna bakmak için birilerini gönderebilirmiydiniz acaba?)
After I wonder if I/you could and Could I/you we use the infinitive.
(“I wounder if/You could ve Could I/you” dan sonra mastarı kullanırız.)
eg. I wonder if you could help me? (Örnek: Bana yardımcı olabilirmisiniz diye merak etmiştim?)
Could you help me?(Bana yardımcı olabilirmisiniz?)
After Would you mind we use verb + ing.(“Would you mind” dan sonra fiil + ing kullanırız.)
eg. Would you mind opening the door?(Örnek : Kapıyı açabilirmiydiniz acaba?)
TIP: I wonder if I/you could…? and Would you mind…? are more polite than Can/Could I…?
(İPUCU: “I wonder if I / you could…?” ve “Would you mind…?” “Can/Could I…?” dan daha nazik ifadelerdir.)
Çoğu soru çeşidi nesne soruları şeklindedir.
Most questions are object questions, that is, they ask about an object.
eg. Where do you live? Where have you been? Why are you studying English?
(Örnek: Nerede yaşıyorsun? Neredeydin? Neden İngilizce çalışıyorsun?)
However, there are also subject questions which we use to ask about a subject.
(Aynı zamanda, özne hakkında sorular soran “özne sorularıda” vardır.)
These questions are asked using Who? What? or Which?
(Bu sorular “Who? What? ve Which?” kullanılarak sorulur.)
For example: (Örneğin:)
Who directed the film? NOT Who did direct the film? (Filmi kim yönetti?)
What happened yesterday? NOT What did happen yesterday? (Dün ne oldu?)
Which car costs the most? NOT Which car does cost the most? (Arabalardan hangisi en çok tutuyor?)
NB: Subject questions have the same word order as positive sentences.
(Not: Özne soruları olumlu cümleler ile aynı cümle yapısına sahiptir.)
We don’t use auxiliary verbs in subject questions.
(Özne sorularında “yardımcı fiil” (auxiliary verb) kullanılmaz.)
Nicelik sıfatları, tam sayı belirtmeden, bir şeyin niceliğini veya miktarını belirtmek için kullanılırlar.
Quantifiers are words that are used to state quantity or amount of something without stating the actually number.
Quantifiers answer the questions “How many?” and “How much?”
(Nicelik sıfatları “Kaç Tane?” ve “Ne Kadar?” sorularını cevaplar. )
Quantifiers can be used with plural countable nouns and uncountable nouns.
(Nicelik sıfatları çoğul sayılabilen isimler ve sayılamayan isimler ile birlikte kullanılabilirler.)
Quantifiers must agree with the noun. There are 3 main types of quantifiers:
(Nicelik sıfatları isim ile uyuşmalıdırlar.3 temel nicelik sıfatı çeşidi bulunmaktadır:)
1) Quantifiers that are used with plural countable nouns;
(Çoğul sayılabilen isimler ile birlikte kullanılan nicelik sıfatları)
2) Quantifiers that are used with uncountable nouns; and
(Sayılamayan isimler ile birlikte kullanılan nicelik sıfatları; ve)
3) Quantifiers that are used with either plural countable nouns or uncountable nouns.
(Çoğul sayılabilen isimler veya sayılamayan isimler ile birlikte kullanılan nicelik sıfatları.)
With plural countable nouns we can use:(Çoğul sayılabilen isimler ile:)
a few, not many(“a few”, “not many” kullanabiliriz.)
With uncountable nouns we can use:(Sayılamayan isimler ile:)
a bit of, a little, not much (“a bit of”, “a little”, “not much” kullanabiliriz.)
With both we can use:(İkisi ile birlikte:)
some, any, a lot of/lots of (“some”, “any”, “a lot of/lots of” kullanabiliriz.)
A few, not many, a bit of, a little and not much mean a small quantity
(“A few, not many, a bit of, al ittle ve not much” kullanımı küçük bir miktar anlamına gelir.)
eg. There are a few apples./ There aren’t many apples.
(örnek Orada birkaç elma var./ Orada fazla elma yok.)
There is a bit of milk in the fridge./ There is a little milk in the fridge./ There isn’t much milk in the fridge.
(Buzdolabında biraz süt var./ Buzdolabında az miktarda süt var./ Buzdolabında fazla süt bulunmuyor.)
A lot of/ lots of means a large quantity.
(“A lot of/lots of” büyük – çok miktar anlamına gelir.)
eg. There are lots of shoes on sale./ There are a lot of shoes on sale.
(örnek Satışta bir sürü ayakkabı bulunmaktadır./ Satışta bir çok ayakkabı bulunmaktadır.)
We use some in positive sentences and offers.
(“Some” olumlu cümlelerde ve tekliflerde kullanılır.)
eg. There is some rice in the cupboard.(Örnek: Rafta biraz pirinç var.)
Would you like some more tea?(Biraz daha çay ister miydiniz?)
We use any in negative sentences and questions.
(“Any” olumsuz ve soru cümlelerinde kullanılır.)
eg. There aren’t any pictures on the walls.
(Örnek: Duvarlarda hiç resim yok.)
Do you have any clothes to wash?
(Yıkanacak herhangi bir çamaşırın var mı?)
We can use “No” to mean not any.
(“No” hiç anlamında anlamında kullanılabilir.)
eg. There is no coffee. = There isn’t any coffee.
(Örnek: Hiç kahve yok.)
TIP: We don’t usually use much or many in positive sentences.
(İPUCU: Genelde olumlu cümlelerde “much” veya “many” kullanılmaz.)
eg. I’ve got a lot of free time. NOT I have much free time.
(Örnek: Benim bir sürü boş vaktim bulunmakta. Benim çok boş vaktim bulunmakta şeklinde DEĞİL)
There are a lot of chairs. NOT There are many chairs.
(Orada bir çok sandaleye var. Orada çok sandaleye bulunmakta şeklinde DEĞİL)
İngilizce öğrenenler için direkt sorular sormak zor bir iş olabilir çünkü İngilizce’de özne ve yardımcı fiil ters çevirilerek soru cümleleri oluşturulur.
Asking direct questions is a difficult task for English learners primarily because in English we invert the subject and auxiliary verb in the interrogative form.
We usually follow the same pattern for forming questions in all tenses.
(Soru cümleleri genellikle tüm zamanlarda aynı kalıp kullanılarak oluşturulur.)
FORM: (Question word) + Auxiliary Verb + Subject + Main Verb? ( Q-A-S-V)
For Example: (Örneğin:)
How does he travel around London? (O Londra etrafında nasıl yolculuk eder?) Q=How, A=does, S=he, V=travel
When did they get married? (Onlar ne zaman evlendi?) Q=When, A=did, S=they, V=get
Which sport can he play? (O hangi sporu oynayabilir?) Q=Which sport, A=can, S=he, V=play
What is he doing at the moment? (O şimdi ne yapıyor?) Q=What, A=is, S=he, V=doing
How many times has he been to London? (O Londra’da kaç kere bulunmuş?) Q=How many times, A=has, S=he, V=been
Where is she going to study next year? (O seneye nerede öğrenim görecek?) Q=Where, A=is, S=she, V=going to study
For questions without question words we follow the same pattern, just without the question word.
(Soru kelimesi olmadan sorularda da, soru kelimesi çıkartılarak aynı kalıp kullanılır.)
For example: (Örneğin:)
Does she go to school? (Okula gidiyor mu?)
Did they go to Berlin yesterday? (Dün Berlin’e geldiler mi?)
Can he play cricket? (O cricket oynayabilir mi?)
Are you watching TV at the moment? (Şu an televizyon mu izliyorsun?)
Have you seen the Blue Mosque? (Sultan Ahmet Camii’sini (hiç) gördün mü? )
Is she going to study next year? (O gelecek sene öğrenim görecek mi?)
Another reason to use “Present Continuous” is for definite future arrangements. We usually know exactly when the arrangements are happening and are often the type of arrangements we can write in a diary. There is a suggestion that more than one person is aware of the event, and that some preparation has already happened.
(“Present Continuous” (Şimdiki Zaman) kullanılmasını gerekli kılan başka bir neden, gelecekteki kesin düzenlemeler ile ilgilidir.Genelde bu düzenlemelerin ne zaman gerçekleşeceğini kesin biliriz, ve bunlar yine genellikle bir günlüğe yazabileceğimiz türden hazırlıklardır.Ortada olay hakkında birden fazla kişinin bilgisi olduğuna, ve daha şimdiden bazı hazırlıkların yapıldığına dair bir ima bulunmaktadır.)
FORM (ŞEKİL):
Subject + to be + verb + ing
(Özne + to be + fiil + ing)
Examples (Örnekler):
I’m meeting Jim at the airport = and both Jim and I have discussed this.
(Jim ile hava alanında buluşacağız = ve Jim ve ben, ikimizde bu konuda konuştuk)
I am leaving tomorrow. = and I’ve already bought my train ticket.
(Yarın gidiyorum = ve ben şimdiden tren biletimi almış bulunuyorum)
We’re having a staff meeting next Monday = and all members of staff have been told about it.
(Gelecek pazartesi bir personel toplantımız olacak = ve tüm kadro üyeleri bu konuda bilgilendirildiler)
Is she seeing him tomorrow?
(Onu yarın görecek mi?)
He isn’t working next week.
(O gelecek hafta çalışmayacak)
They aren’t leaving until the end of next year.
(Gelecek yılın sonuna kadar gitmeyecekler)
We are staying with friends when we get to Boston.
(Boston’a gittiğimiz zaman, arkadaşlarda kalacağız)
NB: in example (a), “seeing” is used in a continuous form because it means meeting.
(Not: Örnek (a)’da, “seeing” beraber gelmek anlamına geldiği için, devam eden bir durumu ifade edecek şekilde kullanılmaktadır.)
BE CAREFUL! The simple present is used when a future event is part of a programme or time-table. Notice the difference between:
(DİKKATLİ OLUN!Yalın şimdiki zaman, gelecekteki bir etkinliğin, bir programın veya zaman çizelgesinin parçası ise kullanılır.Aşağıdaki örnekler arasındaki farka bakın:)
We’re having a staff meeting next Monday.
(Gelecek pazartesi bir personel toplantımız olacak)
We have a staff meeting next Monday.(= we have a meeting every Monday, it’s on the time-table.)
(Gelecek pazartesi personel toplantımız var. (=her pazartesi bir toplantımız oluyor, bu zaman çizelgesinde kayıtlı))
TIPS (ÖNERİLER):
When we use the “Present Continuous” for future arrangements we usually use a future time phrase eg. “next weekend”, “on Saturday”, “in July”, etc.
(Gelecekteki düzenlemeler için şimdiki zamanı -Present Continuous for future arrangements- kullandığımız vakit, genellikle bir gelecek zaman cümle dizilimi kullanırız.Örnek : “next week”, “on Saturday”, “in July”, vs. gibi.)
We often use the “Present Continuous” to ask about people’s arrangements eg. “What are you doing this weekend”?
(Şimdiki zamanı (Present Continuous), kişilere hazırlıkları ile ilgili soru sormak için kullanırız.Örnek : What are you doing this weekend? (Bu hafta sonu ne yapıyorsunuz?))
The arrangement doesn’t have to be in the near future. The important thing about it is how certain we are about it.
(Hazırlığın yakın gelecekte olması gerekmiyor.Önemli olan, onun hakkında ne kadar emin olduğumuzdur.)
Example (Örnek):
We’re getting married in June next year.( We’ve decided on a date and booked a venue)
(Gelecek yıl haziranda evleneceğiz. (Bir tarih belirledik ve mekan rezervasyonunu gerçekleştirdik))
İngilizce’de “Will” gelecek ile ilgili tahminler, söz – vaat vermek, karar belirtmek, teklifte bulunmak gibi farklı nedenlerle kullanılabilir.
Will can be used for various reasons.
Will / Won’t gelecek ile ilgili tahminler örnek
We use will / won’t + infinitive for future predictions.
(“Wil l/ Won’t + mastar şeklinde gelecek ile ilgili tahminler için kullanılır.)
eg. He’ll be late.
(O geç kalacak.)
She’ll forget to buy the wine.
(O şarabı almayı unutacak.)
I won’t pass the exam.
(Sınavı geçemeyeceğim.)
NB: The future of there is / are = there will be
(NOT: “There is/are” ın gelecek zaman için kullanım şekli = “there will be”dir.)
The future of I can = I’ll be able to NOT I’ll can. We often use I think/ I don’t think… will…
(“I can” in gelecek zaman için kullanım şekli = “I’ll be able to”, “ I’ll can” DEĞİLDİR. Sıkça “I think/ I don’t think… will…” kullanırız.)
eg. I think he’ll fail the exam. / I don’t think he’ll pass the exam. NOT I think he won’t pass the exam.
(örnek Bence o sınavdan kalacak. / Onun sınavdan geçeceğini sanmıyorum şeklinde kullanılır. I think he won’t pass the exam şeklinde KULLANILMAZ.)
Will / Won’t karar belirtmek, teklifte bulunmak, söz – vaat vermek örnek
We also use will / won’t + infinitive for making decisions, offering and promising.
(Ayrıca will / won’t + mastar karar bildirmek, teklifte bulunmak ve vaatde bulunmak (söz vermek) için de kullanırız.)
Will / Won’t karar belirtmek örnek
eg. I’ll have the steak, please. (decision)
( Örnek : Bifteği istiyorum, lütfen. (karar))
We’ll take the 8:30 train. (decision)
( 8:30 trenine bineceğiz. (karar) )
Will / Won’t / Shall teklifte bulunmak örnek
I’ll help you with your bags. (offer)
( Sana çantaların konusunda yardımcı olacağım. (teklif))
* Shall I open the window? (offer)
(* Pencereyi açayım mı? (teklif))
*NB: When an offer is a question we use Shall I…? or Shall we…?
*NOT: Bir teklif bir soruyu teşkil ediyorsa “Shall I…?” yada “Shall we…?” kullanırız.
eg. Shall I pay the bill?
(Örnek : Faturayı ödeyeyim mi?)
Shall I call you tonight?
(Seni bu gece arayayım mı?)
Shall we pick you up at 7pm?
(Seni saat 19:00’da alalım mı?)
Will / Won’t söz – vaat vermek örnek
I’ll always love you. (promise)
(Seni her zaman seveceğim. (söz))
I won’t tell anyone. (promise)
(Kimseye söylemeyeceğim. (söz))